Vücuttaki hücrelerin kontrol mekanizmasından çıkarak hızla çoğalması ve çevre dokulara zarar vermesiyle ortaya çıkan kanser, ciddi sağlık sorunlarına yol açan bir hastalıktır. İyi huylu tümörler genellikle sınırlı kalırken, kötü huylular çevre dokulara sıçrayarak metastaz yapabilir. Bu yayılım durumu, hastalığın daha tehlikeli bir hale gelmesine neden olur. Kalıtsal yatkınlık, çevresel kirleticiler, dengesiz beslenme, fiziksel hareketsizlik ve kronik stres gibi unsurlar kanserin gelişiminde etkili olabilir. Tedavi sürecinde radyoterapi, kemoterapi ve çeşitli ilaç uygulamaları kullanılmaktadır. Erken tanı, tedavi başarısını doğrudan etkileyen en kritik unsurlardan biridir.
Kanser, organizmadaki bazı hücrelerin olağan dışı ve hızlı biçimde çoğalmasıyla meydana gelen, hayati risk taşıyan çok faktörlü bir hastalıktır. Bu hücreler bulundukları yerle sınırlı kalmayıp çevre dokulara ve organlara yayılabilir. Bugüne kadar tanımlanmış 200’den fazla kanser türü mevcuttur. Anormal şekilde çoğalan kanserli hücreler, zamanla doku içinde yoğunlaşarak kitleleşir ve bu birikimler, vücudun doğal işleyişini bozabilir.
Tümörler, gelişim şekillerine göre üç gruba ayrılır: iyi huylu (benign), kötü huylu (malign) ve kanser öncüsü (prekanseröz) tümörler.
İyi huylu tümörler genellikle çevre dokulara yayılmaz ve ciddi bir tehdit oluşturmazken, kötü huylu olanlar metastaz yaparak yani vücutta başka bölgelere sıçrayarak hayati risk oluşturabilir.
Prekanseröz durumlar ise henüz kansere dönüşmemiş, ancak ileride kansere yol açabilecek hücre değişikliklerini ifade eder.
Hayati riski yüksek ve toplumda en fazla rastlanan kanser çeşitleri arasında; akciğer, kolon, meme, prostat, lenf bezi kaynaklı hastalıklar ve kan hücrelerini etkileyen lösemi bulunmaktadır.
Vücudun herhangi bir yerindeki hücrelerin olağan dışı biçimde çoğalması ve çevresindeki sağlıklı dokuları tehdit etmesiyle oluşan kanser, birçok organ ve sistemi etkileyebilen karmaşık bir hastalıktır. Her kanser türü, başladığı bölgeye göre farklı belirti ve tedavi yöntemleriyle karşımıza çıkar.
Kanser sınıflandırması, hastalığın ilk ortaya çıktığı dokunun türüne göre yapılır. Kanser türleri arasında yayılma hızı ve gelişim süreci bakımından önemli farklar bulunur; bu da her birine özgü izleme yöntemlerinin ve tedavi stratejilerinin uygulanmasını gerekli kılar. En sık rastlananlar arasında meme, akciğer, prostat, deri ve bağırsak kanserleri yer alır.
Mide iç yüzeyini döşeyen hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla oluşur. Genellikle ilk evrelerde fark edilmesi zordur. Süreç ilerledikçe beslenme isteğinde düşüş, sindirim sorunları, mide bulanması ve vücut ağırlığında azalma gibi belirtiler gözlemlenebilir. Helicobacter pylori enfeksiyonu bu hastalıkla sık ilişkilidir.
Nefes alma güçlüğü, sürekli öksürük, göğüste hissedilen rahatsızlık ve sesin boğuklaşması gibi semptomlarla ortaya çıkabilir. Bu hastalık, esas olarak küçük hücreli ve küçük hücre olmayan olmak üzere iki ana tipe bölünür.
Kadınlarda sık rastlanan kanser türlerinden biri olmakla birlikte, çok seyrek de olsa erkeklerde de gelişebilir. Erken evrelerde saptanması, tedavi başarısını artırır. Memede sertlik, asimetri, ciltte değişiklik ya da akıntı gibi işaretlerle fark edilebilir. Rutin kontroller ve mamografi ile erken tanı mümkündür.
İleri yaş erkeklerde daha sık görülür. İdrar yapmada zorlanma, gece sık idrara çıkma ve cinsel işlev bozuklukları gibi belirtilerle kendini belli eder. PSA testi ve rektal muayene ile tanısı konabilir.
Uzun süreli ve koruyucu önlem olmadan güneş ışığına maruz kalmak, bu kanserin gelişiminde önemli bir rol oynar. Temel olarak üç farklı tipi vardır: bazal hücreli, yassı hücreli (skuamöz) ve melanom. Melanom türü, yayılma hızı yüksek olduğundan zamanında tedavi edilmediğinde ciddi sağlık tehditlerine yol açabilir.
Kolonun iç yüzeyinde oluşan iyi huylu dokular, zaman içerisinde kötü huylu tümörlere dönüşerek kanser gelişimine neden olabilir. Dışkıda kan, kabızlık ya da ishal gibi bağırsak alışkanlıklarında değişiklikler görülebilir. Tarama testleriyle erken teşhis mümkündür.
Kan hücrelerinin üretim merkezi olan kemik iliğinde başlayan bu hastalık, kandaki beyaz hücreleri etkiler. Lösemi, hızlı gelişen (akut) ya da daha yavaş seyreden (kronik) formda ortaya çıkabilir. Vücut direncinin düşmesi, sürekli yorgunluk hissi ve ciltte kolayca oluşan morluklar bu hastalığın yaygın işaretleri arasındadır. Çocukluk döneminde de sık karşılaşılır.
Lenfatik sistemde gelişen kötü huylu hücre büyümesidir. Hodgkin ve non-Hodgkin tipleri bulunur. Boyun, koltuk altı veya kasıktaki lenf bezlerinde büyüme ilk işaret olabilir. Bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur.
Çoğu zaman sessizce ilerlediği için erken tanı koymak zordur. Sarılık, iştahsızlık ve mide üzerinde rahatsızlık gibi belirtiler gözlemlenebilir. Teşhis geç konulduğunda tedaviye yanıt verme oranı düşer.
Beyin ya da omurilikte oluşabilen kitlelerdir. İyi huylu ya da kötü huylu olabilirler. Sinir sistemini etkileyen bu tümörler; denge bozukluğu, zihinsel karışıklık, görsel problemler ve sürekli baş ağrısı gibi çeşitli nörolojik şikâyetlerle kendini belli edebilir.
Kadın üreme organlarından biri olan yumurtalıkta gelişir. Genellikle belirti vermediğinden ileri evrede tanı konur. Karında dolgunluk hissi, idrar yapma sıklığında artış ve sindirimle ilgili problemler gibi belirtiler görülebilir.
Siroz ve hepatit virüsleri (özellikle B ve C tipi) bu kanserin başlıca nedenlerindendir. Ciltte sararma, karın kısmında anormal büyüme ve vücut ağırlığında azalma sık karşılaşılan semptomlardandır. Tedavi yöntemi belirlenirken tümörün evresi ve vücuda yayılma durumu göz önünde bulundurulur.
Böbreklerdeki hücrelerin kontrolsüz büyümesiyle oluşur. İdrarda kan, bel ağrısı ve sürekli yorgunluk hissi bu kanserin belirtileri arasında yer alır. Sessiz ilerlemesi, erken teşhisi güçleştirir.
İdrar torbasındaki hücrelerin kontrol dışı büyümesiyle oluşur. Genellikle idrarda kan görülmesiyle fark edilir. İdrar sıklığında artış ve işeme sırasında yanma hissi de yaygın şikayetler arasında yer alır.
Human Papilloma Virüsü (HPV) enfeksiyonu bu kanserin en önemli nedenidir. Anormal vajinal kanamalar ile cinsel ilişki esnasında oluşan ağrılar yaygın belirtiler arasında yer alır. Aşılama ve düzenli pap-smear testleriyle önlenebilir.
Ağız içinde ortaya çıkan yaralar, dilde hassasiyet ve iyileşmeyen lezyonlar bu kanserin habercisi olabilir. Sigara ve alkol kullanımı risk faktörleri arasındadır. Erken fark edildiğinde tedavi şansı yüksektir.
Yutkunmada güçlük, beklenmedik kilo düşüşü ve göğüs bölgesinde ağrı gibi şikayetlerle ortaya çıkar.Başlıca iki türü vardır: adenokarsinom ve skuamöz hücreli kanser. Mide asidinin yemek borusuna geri kaçması (reflü), risk faktörlerinden biridir.
Kanser hastalığının ilerleme düzeyi evrelerle tanımlanır ve bu evreler hastalığın yayılımına göre belirlenir. Genellikle hastalık, evre 0’dan başlayarak evre 4’e kadar olan kademelerde değerlendirilir:
Evre 0: Bu en erken aşamadır. Anormal hücreler sadece başlangıç bölgesinde bulunur. Erken tanı ile tedavi şansı yüksektir.
Evre 1: Kanser hücreleri sınırlı bir bölgede bulunur, çevre dokulara yayılmamıştır.
Evre 2: Tümör büyümeye başlamış olabilir ve bazı lenf düğümlerine ulaşmış olabilir, fakat vücudun diğer bölgelerine sıçramamıştır.
Evre 3: Kanser daha fazla yayılım göstermiştir ve lenf düğümleri ile çevredeki dokular etkilenmiştir.
Evre 4: Metastatik evredir. Kanserli hücreler vücudun çeşitli alanlarına yayılım göstermiştir; bu evrede tedavi uygulamaları daha zorlaşır ve hastanın hayatı önemli ölçüde risk altına girer.
Kanserin temel nedeni, hücrelerin DNA’sında oluşan yapısal bozulmalardır. Bu tip genetik değişiklikler, hücrelerin kontrol mekanizmalarını yitirerek kontrolsüz bir şekilde artmasına neden olur.
Bazı kanser türlerinde kişinin kalıtsal yapısının etkisi oldukça önemlidir. Özellikle meme kanseri gibi bazı vakalarda, genlerdeki değişimlerin rolü daha ön plana çıkar. İnsan DNA’sında doğuştan var olan bazı anormallikler, kişinin kanser gelişimine daha yatkın olmasına neden olabilir.
Bireyler, ebeveynlerinden miras kalan genetik farklılıklarla dünyaya gelirler. Bu tür kalıtsal mutasyonlar, tüm hücrelerde bulunabilir ve hayat boyu etkisini gösterebilir. Mesela BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonlar, hem meme kanseri hem de yumurtalık kanseri oluşma olasılığını yükseltebilir. Ailede aynı tür kanserlerin sık görülmesi, bu genetik aktarımın bir işareti olarak değerlendirilebilir.
Yaşam süresince, çevresel faktörlerin etkisiyle (radyasyon, kimyasal maddeler veya enfeksiyonlar gibi) DNA’da bazı değişiklikler oluşabilir. Bu tür gen değişiklikleri çoğunlukla sadece bazı hücrelerde ortaya çıkar ve kalıtsal olmayan mutasyonlar sınıfına girer. Kanserlerin pek çoğu bu kazanılmış genetik bozukluklardan kaynaklanır.
Genetik yapı, kansere uygun bir ortam yaratabilir ancak tek başına kanserin başlaması için yeterli değildir. Erken teşhis ve genetik testler sayesinde, yüksek risk taşıyan kişiler önceden belirlenebilir ve gerekli önlemler alınabilir.
Kalıtsal özellikler kadar, kişinin içinde yaşadığı çevre ve yaşam biçimi de kanserin ortaya çıkmasında kritik rol oynar. Çevresel etmenler, toksik maddelere maruziyet, yeme düzeni ve egzersiz seviyesi, kanser gelişme olasılığını etkileyen önemli faktörlerdir.
Sigara, alkol, sanayi kimyasalları, pestisitler ve asbest gibi maddeler, organizmaya toksik etkiler yapar. Bu tür kimyasallar, hücrelerin yapısını bozarak uzun vadede kansere yol açabilir. Örneğin, sigaradan yayılan zararlı bileşenler, akciğer hücrelerinde kanserli dokuların oluşmasına neden olabilir.
Güneşten gelen ultraviyole ışınları, cilt hücrelerinin genetik materyalini zarar vererek deri kanseri riskini artırır. Buna ek olarak, yoğun iyonlaştırıcı radyasyona (örneğin röntgen ışınları veya radon gazı) uzun süre maruz kalmak, bazı kanser tiplerinin oluşumunu artırabilir.
Yetersiz beslenme, özellikle lif bakımından fakir, aşırı yağlı ve işlem görmüş gıdalarla dolu bir diyet, vücutta inflamasyon süreçlerini tetikleyebilir. Fazla kırmızı ve işlenmiş et tüketimi, kolon kanseri riskini yükseltirken, sebze ve meyve ağırlıklı beslenme bu riski azaltmaya yardımcı olur.
Bazı mikroorganizmalar kanser gelişiminde etkili olabilir. Örnek olarak, HPV virüsü rahim ağzı kanserinin başlıca nedenleri arasında yer alır. Hepatit B ve C virüsleri ise karaciğerde hücrelerin zarar görmesine yol açarak karaciğer kanseri riskini artırır.
Düzensiz yaşam biçimi, kötü beslenme, stres, uyku bozuklukları ve obezite gibi faktörler kansere yakalanma riskini artırır. Doğru ve sağlıklı yaşam tarzı seçimleri, bu tür risklerin kayda değer şekilde düşürülmesine katkı sağlar.
Tütün kullanımı ve fazla miktarda alkol alımı, kanser oluşumunda en etkili davranışsal nedenler arasında yer alır. Bu iki alışkanlık bir arada olduğunda, zararları katlanarak artar.
Sigara dumanı, içinde barındırdığı zararlı bileşenlerle hücre yapısına ciddi zararlar verebilir ve bu durum, kanser oluşumuna zemin hazırlayan bir etken haline gelir. Bu maddeler, akciğer, boğaz, gırtlak, yemek borusu ve pankreas gibi organlarda tümör oluşumunu tetikleyebilir. Pasif içicilik de sigara dumanına maruz kalanlarda benzer sağlık riskleri doğurabilir.
Alkol vücutta parçalandığında, hücrelere zarar veren asetaldehit adı verilen zararlı bir maddeye dönüşür. Bu durum, genetik yapının bozulmasına ve kanser gelişiminin hızlanmasına katkıda bulunur. Ayrıca, alkol hormon seviyelerini etkileyerek özellikle meme kanseri riskini yükseltebilir.
Bu iki maddenin birlikte kullanımı, özellikle ağız, boğaz ve yemek borusunda kanser gelişme ihtimalini kayda değer şekilde yükseltir. Etkileri birbirini şiddetlendirerek, bu bölgelerdeki kanser riskini büyük oranda yükseltir.
Stresin kansere doğrudan neden olduğuna ilişkin kesin bilimsel kanıtlar olmasa da, kronik stresin bazı dolaylı mekanizmalarla kanser gelişimini destekleyebileceği yönünde görüşler bulunmaktadır.
Uzun süreli stres durumlarında artan hormon seviyeleri, özellikle kortizol salgısındaki yükseliş, bağışıklık sisteminin bozulmuş ya da tehdit oluşturan hücreleri ayırt etme ve yok etme kapasitesini zayıflatabilir.
Stresin tetiklediği oksidatif etkiler, hücrelerde DNA hasarlarına yol açabilir. Bu durum, hücrelerin kontrol dışı çoğalmasına ve tümör oluşumuna zemin hazırlayabilir.
Stresli bireylerde genellikle aşırı yeme, sigara ve alkol kullanımı ile fiziksel aktivitenin azalması gibi zararlı davranışlar artar. Bu faktörler kanser riskini yükselten etkenler arasında yer alır.
Stresin neden olduğu uyku eksikliği, bağışıklık sistemini zayıflatır ve vücudun kendini onarma süreçlerini olumsuz etkiler. Bu durum, kansere karşı vücut direncini düşürür.
Sürekli devam eden stres hali, vücutta hormonal dengeyi bozabilir ve bu durum, özellikle hormonların etkisiyle gelişen kanser türlerinin — örneğin meme kanserinin — görülme olasılığını yükseltebilir.
Kanser hastalarında ruhsal gerilimin yönetilmesi, uygulanan tedavilerin başarısını olumlu yönde etkileyerek iyileşme sürecine katkı sağlayabilir.
Kanserin gelişiminde, bazı genetik yapıların bozulması kritik bir etken olarak öne çıkar. Bu bozulmalar, genellikle üç temel gen grubunu etkileyerek hücrelerin normal fonksiyonlarını sekteye uğratır ve denetimsiz çoğalmalarına neden olabilir.
Normal koşullarda hücrelerin büyüme sinyallerine yanıt vermesini sağlayan proto-onkogenler, hücrelerin sağlıklı biçimde çoğalmasında görev alır. Ancak bu genlerde meydana gelen değişimler ya da aşırı aktivasyon, onların yapısını bozarak onkogene dönüşmelerine yol açar. Bu tür bir bozulma, hücrelerin çoğalma hızını olağan sınırların ötesine taşıyarak, zaman içinde kontrolsüz yapılar haline gelip tümör oluşumuna neden olabilir.
Bazı genler, hücre çoğalmasını dengeleyerek anormal büyümelerin önüne geçer. Bunlara tümör baskılayıcı genler denir. Bu genlerde oluşan bozulmalar, hücrenin büyüme ve çoğalma mekanizmasını sınırlandırmakta başarısız olmasına neden olur. Sonuç olarak, hücreler durdurulamadan bölünmeye başlar ve bu durum tümör gelişimini tetikleyebilir.
Hücreler, genetik bilgide oluşan hasarları tespit edip onarmak için özel sistemlere sahiptir. DNA onarımından sorumlu genler, zarar görmüş DNA parçalarını düzelterek bu süreci yönetir. Ancak bu genlerde işlev kaybı yaşandığında, DNA hataları birikmeye başlar. Biriken bu bozukluklar genlerin görevlerini yitirmesine, kromozomlarda eksilme ya da fazlalıklara ve diğer genetik anormalliklere sebep olarak kanser gelişimini hızlandırabilir.
Bu genetik değişiklikler bir araya geldiğinde hücre, normal yapısını kaybederek tümörleşme eğilimi gösterir. Günümüzde, bu tür genetik mutasyonlara odaklanan yenilikçi tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Bazı hedefe yönelik tedaviler, kanserin hangi organda başladığından bağımsız olarak, belirli genetik bozukluklara sahip tümörlerde etkili olabilir. Ancak en uygun tedavi stratejisi, hastalığın tipi, evresi ve genetik profiline göre değişkenlik gösterebilir.
Kanserli hücreler, sağlıklı hücrelere kıyasla birçok açıdan farklı davranışlar sergiler. Bu farklılıklar, onların kontrolsüzce büyümesine, yayılmasına ve tedaviye dirençli hale gelmesine neden olabilir.
Normal hücrelerin çoğalması, yalnızca dışarıdan gelen uygun sinyallerle başlatılır. Kanserli hücreler, normalde büyüme sinyallerine ihtiyaç duymalarına rağmen, bu işaretler olmadan da bağımsız şekilde çoğalmaya devam edebilirler.
Sağlıklı hücreler, gerektiğinde kendilerini yok eden bir sürece (apoptoz) girerek organizmanın dengesini korur. Kanser hücreleri, dur sinyallerini dikkate almadan kontrolsüz bir şekilde varlıklarını devam ettirirler.
Kanserli hücreler, çevresindeki dokulara girip onların işleyişini bozabilir ve kan ya da lenf yoluyla vücudun farklı bölgelerine yayılabilir (metastaz). Bu özellik, onları çok daha tehlikeli kılar.
Normal hücreler, çevrelerindeki hücrelerle karşılaştıklarında bölünmeyi durdurur. Ancak kanser hücrelerinde bu kontrol mekanizması ortadan kalkmıştır; büyümeleri çevresel sınırlara bağlı değildir.
Tümör hücreleri, çevredeki kan damarlarını kendilerine çekmek için çeşitli sinyaller salgılar. Bu sayede, ihtiyaç duydukları oksijen ve besinleri alırken, metabolik artıklarını da ortamdan atabilirler.
Normalde vücudun savunma sistemi anormal hücreleri tanıyıp ortadan kaldırır. Ancak bazı kanser hücreleri bağışıklık hücrelerini yanıltarak, onları tümörü destekler hale getirebilir. Bu da kanserin büyümesini kolaylaştırır.
Kanserli hücrelerde kromozom yapısında bozulmalar sık görülür. Kimi zaman genetik materyalin fazlalığı ya da eksikliği oluşur. Öyle ki, bazı hücrelerde kromozom sayısı, olağan olanın iki katına varacak şekilde artış gösterebilir.
Normal hücreler belirli yollarla enerji üretirken, kanser hücreleri alternatif mekanizmalar kullanarak metabolizmalarını değiştirir. Bu sayede daha hızlı çoğalabilirler ve ihtiyaç duydukları enerjiyi hızla elde edebilirler.
Kanser hastalarında görülebilecek uyarıcı işaretler arasında, belirli bir nedene bağlı olmaksızın ortaya çıkan yorgunluk, mide bulantısı, kilo kaybı, vücutta kitle oluşumu veya ağrılar gibi çok çeşitli semptomlar yer alabilir. Bu belirtiler, farklı kanser türlerine göre değişiklik gösterebilir.
Sık rastlanan kanser işaretleri şu şekildedir:
Kanserin neden olduğu yorgunluk yalnızca fiziksel enerji düşüklüğünden kaynaklanmaz. Tümör hücrelerinin toksik maddeler üretmesi, bağışıklık sisteminin buna yanıt olarak sitokin salgılaması ve hormon dengesinin bozulması gibi etkenler de kişide sürekli uyku hali yaratabilir. Buna ek olarak, kansere bağlı anemi ve düşük oksijen seviyesi (hipoksi) da yorgunluk hissini artırır.
Tümörlerin sinirlere veya çevredeki organlara baskı uygulaması, derin ve kalıcı ağrılara yol açabilir.
Hücrelerdeki kanserleşme süreci hızlandıkça, enerji talebi de önemli ölçüde artar. Bu da vücudun normalden fazla kalori harcamasına ve istemsiz kilo kaybına sebep olabilir.
Özellikle metastaz yapmış kanserlerde, lenf düğümlerinde büyüme ve koltuk altı ya da kasık gibi bölgelerde kitlelerin oluşması görülebilir.
Bazı kanser çeşitlerinde, enfeksiyon olmaksızın görülen gece terlemeleri ve ani ateş artışları yaygın şikayetler arasında yer alır.
Tümör kaynaklı bazı bileşenler sinirleri uyararak ciltte şiddetli kaşıntıya yol açabilir ve bu durum genellikle özellikle göğüs ile bacak bölgesinde daha sık ortaya çıkar.
Kanserli hücrelerin yapısal bozulmaları, vücudun çeşitli bölgelerinde beklenmeyen kanamalara ve kolay oluşan morluklara yol açabilir.
Ciltteki benlerde belirgin şekil, renk veya büyüklük değişimleri, cilt kanserine işaret eden önemli bir uyarı niteliği taşıyabilir.
Balgamlı öksürüğün uzun süre geçmemesi, kan tükürme ve sesin bozulması akciğer kanserine işaret edebilir.
Lösemi gibi bazı kan kanserleri, trombosit seviyelerindeki azalma nedeniyle diş etlerinde sık kanama ile kendini gösterebilir.
Her belirti doğrudan kanser anlamına gelmese de, bu tür şikayetlerin varlığında vakit kaybetmeden uzman görüşü almak erken teşhis açısından hayati önem taşır.
Kanserin saptanabilmesi için bir dizi tanı yöntemi kullanılır. Bu süreçte hem fiziksel değerlendirmeler hem de çeşitli laboratuvar ve görüntüleme tekniklerinden yararlanılır.
Doktor, vücutta olağandışı kitleler, renk değişiklikleri ya da şişlikleri gözlemleyerek ilk aşamada fiziksel kontrol yapar.
Tam kan sayımı, kanda anemi, enfeksiyon ya da bazı hematolojik kanserlere işaret eden hücre anormalliklerini ortaya koyabilir.
Kan testleriyle tespit edilen özel maddeler (örneğin PSA, CA-125, BRCA1/2), vücutta potansiyel bir tümörün varlığına dair ipuçları sunar.
Bu teknikle, kan veya kemik iliğindeki hücrelerin yüzeyinde bulunan belirli proteinler incelenerek özellikle lösemi ve lenfoma tanısı konabilir.
Şüpheli bölgeden alınan doku örneği mikroskop altında incelenir. Biyopsi işlemi, ince veya kalın bir iğneyle ya da cerrahi müdahaleyle gerçekleştirilebilir.
Radyolojik incelemeler; BT (bilgisayarlı tomografi), MR (manyetik rezonans), röntgen, ultrason gibi yöntemlerle yapılır. PET taraması gibi ileri görüntüleme teknikleri metabolik faaliyetleri göstererek tanıya yardımcı olur.
Tümörün genetik yapısını inceleyen bu testler, hangi gen mutasyonlarının hastalığa yol açtığını saptamaya yardımcı olur. Ayrıca, uygun tedavi planının belirlenmesinde de önemli rol oynar.
Bu yöntemler yalnızca hastalığı saptamakla kalmaz, aynı zamanda hastanın tedaviye nasıl yanıt verdiğini izlemek ve gelecekteki olası nüksleri değerlendirmek için de kullanılır.
Kanserle mücadelede birçok farklı tedavi yaklaşımı bulunmaktadır. Bazı bireylerde yalnızca tek bir yöntem yeterli olabilirken, çoğu durumda çeşitli tekniklerin birlikte kullanılması daha etkili sonuçlar doğurur. Genellikle cerrahi müdahale, kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemlerin eş zamanlı uygulanması tercih edilir. Uygun tedavi biçimi, hastalığın tipi ve hangi aşamada olduğuna göre belirlenir.
Başlıca kanser tedavi seçenekleri şu şekildedir:
Bu tedavi süreçlerinin her biri kişiden kişiye farklı etkilere neden olabilir. En sık karşılaşılan yan etkiler arasında halsizlik, mide bulantısı, kusma, ağrı ve kansızlık yer almaktadır.
Kanser riskini en aza indirmek için yaşam tarzında yapılacak bazı değişiklikler oldukça etkilidir. Özellikle tütün ve alkol gibi zararlı alışkanlıkların bırakılması, düzenli spor yapılması, dengeli bir diyet uygulanması ve güneşin zararlı etkilerinden korunma bu önlemler arasında yer alır. Ayrıca periyodik sağlık taramaları ile olası hastalıkların erken fark edilmesi sağlanabilir.
Risk azaltmaya yardımcı olabilecek başlıca önlemler şunlardır:
Sürekli bitkinlik, sebepsiz yere kilo kaybı, lenf bezlerinde belirgin şişlik, cilt renginde değişiklik, açıklanamayan kanamalar ve vücutta aniden ortaya çıkan ağrılar gibi belirtiler, kanser olasılığı açısından dikkatle değerlendirilmelidir.
Ameliyat, ilaç tedavisi ve ışın tedavisi gibi farklı teknikler çoğunlukla kombine şekilde kullanılır. Amaç; tümörleri ortadan kaldırmak, kanserin yayılmasını durdurmak ve hücrelerin çoğalmasını önlemektir.
Kanserli bireylerde CRP (C-reaktif protein) değeri 50 mg/L’den başlayarak 1000 mg/L’ye kadar ulaşabilir. Fakat bu sonuç, yalnızca tanı amacıyla yeterli olmayıp, diğer incelemelerle birlikte değerlendirilmelidir.
Kanser, hücrelerin kontrolsüzce büyümesi ve sağlıklı dokulara zarar vererek yayılmasıyla karakterize edilen karmaşık bir hastalıktır.
Vücut, kanserli hücrelere karşı bağışıklık tepkisi verdiğinde kaşıntıya neden olan maddeler salgılar. Bu durum özellikle gece saatlerinde şiddetli hale gelebilir ve ciltte irritasyona sebep olabilir.
Vücutta ani lekelenmeler, pullanma, ciltte renk değişimi, olağan dışı kıllanma gibi semptomlar bazı kanser türlerinin habercisi olabilir. Özellikle bu belirtiler 40 yaş sonrası aniden ortaya çıkarsa detaylı bir değerlendirme yapılması önemlidir.
Hastalık, dördüncü aşamada vücuttaki çeşitli organlara sıçramış olur. Bu evre, tedaviye en dirençli olan dönemdir.
Akciğer kanseri, genellikle geç evrede teşhis edildiğinden dolayı ölüm oranı en yüksek kanser türleri arasında yer alır.
Stresin doğrudan kansere neden olduğu bilimsel olarak netleşmemiştir. Ancak bağışıklık sistemini zayıflatması dolaylı olarak bazı hastalıkların önünü açabilir.
Pankreas kanseri, genellikle belirti vermeden ilerlediği için “sinsi” olarak adlandırılan en tehlikeli kanserlerden biridir.
Yaş, cinsiyet ve genetik faktörler kanser riskini etkiler. Çocuklarda daha çok lösemi ortaya çıkarken, yetişkin erkeklerde akciğer kanseri, kadınlarda ise meme kanseri daha sık rastlanan türler arasında yer alır.
Dünya genelinde en yaygın rastlanan kanserler arasında meme, akciğer, prostat, deri ve kolon kanserleri bulunur.
Copyright © 2025 Kuntay Kaplan Tüm Hakları Saklıdır